Ahşap kokan sokaklarda dolaşırken sanki kaldırım taşları rahatsız olacakmış gibi dikkatli yürüyordu. Şehrin dokusu büyülüyordu onu. Neden daha önce gelmediğini sorguluyor, kendine hayıflanıyordu. Bir kapının önünden geçerken müzik duydu. İstemsizce durdu ve açık kapıdan içeri girdi. Ahşap radyodan bemoller diyezler uçuşuyor, mekânı sarıyordu nihavent saz semaisi. Deneyimli bir ahşap ustasının dükkânıydı burası. Elindeki tahta parçasıyla konuşuyordu usta. Kim demiş ahşap cansız varlık diye? Sanki ona hürmet gösterince daha güzel şekil alıyordu tahta parçası. Ne güzel bir motifti o. Ahşabın can verdiği mekânda huzuru buldu. Oturdu ve motifin var oluşunu izledi. Konuşmadılar. Sanki ahşap onlara aracı oluyor, gülümseyerek anlaşıyorlardı. “Sen çok yaşa Ustam” dedi içinden.